Güney Afrika’da beyaz nüfus, toplam nüfusun yalnızca yüzde 7’sini oluşturuyor. Buna rağmen, tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 70’i beyaz Güney Afrikalıların elinde. Ülke, aynı zamanda dünyada gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu yerlerden biri.
Beyaz arazi sahiplerine yönelik şiddet olaylarının arttığına dair iddialar sık sık gündeme geliyor. Ancak siyah Güney Afrikalılar da başka bir tabloya işaret ediyor. İstatistiklere göre, birçok siyah vatandaş bazen izinsiz giriş (trespassing), bazen “vahşi hayvan sanıldı” ya da “hırsızlık yapıyordu” gibi gerekçelerle öldürülüyor.
Apartheid rejiminin sona ermesinin üzerinden 30 yıl geçmiş olsa da, toprak meselesi hâlâ çözülememiş durumda. Bu noktaya gelinmesinin tarihsel nedenleri var. 1600’lerden bu yana bölgeye yerleşen beyazlar, yerli siyah halkı yerinden ederek belli alanlara sıkıştırdı. Amerika yerlilerine benzer şekilde, siyah Güney Afrikalılar yüzyıllarca süren mekânsal planlama politikalarıyla sistematik biçimde kırsal alanlardan dışlandı. Sadece topraklarını değil, o topraklar üzerindeki hak duygularını da kaybettiler. Kendi vatanlarında yabancıya dönüştüler.
Aralık ayında Güney Afrika’da “Expropriation Act” yani Kamulaştırma Yasası imzalandı. Bu yasa neyi değiştiriyor? Öncelikle, bu yasa Zimbabve’deki gibi doğrudan topraklara el konulmasını öngörmüyor. Amaç, uzun süredir kullanılmayan arazilerin kamu yararına kamulaştırılmasının önünü açmak. Yani yeniden dağıtımdan ziyade, atıl toprakların değerlendirilmesi hedefleniyor.
Yasa uluslararası medyada ilk başta fazla yankı bulmadı. Ancak Donald Trump bu konuda net bir tavır aldığında işler değişti. Güney Afrika hükümetine göre, konunun bu kadar büyümesinin ardında AfriForum isimli lobi grubunun etkisi var. Bazı uzmanlara göre ise beyaz Güney Afrikalıların kullandığı dil ve kendilerini mağdur gösterme biçimleri, Siyonist söylemlerle büyük benzerlik taşıyor. Bu yorumlar, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açtığı soykırım davasını ve Filistin’e verdiği güçlü desteği de yeniden gündeme getiriyor.
Trump’un açıklamalarına Güney Afrika doğumlu Elon Musk da destek verdi. Öyle ki, Güney Afrika’da beyazlara karşı bir soykırım işlendiği iddiaları dile getirilmeye başlandı. Trump, bu söylemler üzerine, ilk kez beyaz Güney Afrikalıların ABD’ye mülteci statüsüyle kabul edilmesini önerdi. Şu ana kadar bu çağrıya ciddi bir ilgi olmuş değil. Ancak bu gelişmelerin ardından Güney Afrika’ya yönelik bazı dış yardımların kesilmesi gibi sonuçların ne getireceğini zaman gösterecek.
Yasaya karşı çıkan muhaliflerin temel endişesi, kamulaştırma sürecinin keyfi uygulamalara yol açabileceği. Mülkiyet hakkının yeterince korunmaması halinde yabancı yatırımcıların ülkeyi terk edebileceği düşünülüyor. Zimbabve’nin 2000 yılında uygulamaya koyduğu hızlı ve plansız toprak reformu örnek gösteriliyor. Orada yaşanan hiperenflasyon, kıtlık ve tarımsal çöküş, Güney Afrika için bir uyarı olarak değerlendiriliyor.
Zimbabve Örneği: Toprak Reformunun Karmaşık Mirası
2000’li yılların başında Zimbabve, Hızlandırılmış Toprak Reformu Programı’nı (Fast Track Land Reform Programme) hayata geçirdi. Yaklaşık 4.000 beyaz çiftçinin tarım arazilerine el konuldu ve bu topraklar siyah Zimbabvelilere dağıtıldı. Mugabe yönetimi bu adımı, sömürge geçmişinden kalan yapısal adaletsizlikleri düzeltmenin tek yolu olarak gördü. Çünkü ülkenin en verimli toprakları beyaz çiftçilerin elindeydi, siyah halk ise çoğunlukla çorak arazilere sıkıştırılmıştı.
Ancak bu radikal hamle, uluslararası toplumda sert tepkiyle karşılandı. Özellikle Batılı ülkelerin öncülüğünde Zimbabve’ye ağır ekonomik yaptırımlar uygulandı. Ekonomi kısa sürede daraldı, tarımsal üretim çöktü. Bazı çiftçiler, tahliye emri sonrası birkaç gün içinde tüm eşyalarını toplayıp arazilerini terk etmek zorunda kaldı. Hayvanlarını taşıyamayanlar, kesimhanelere göndermek zorunda kaldı. Ekipmanlar çoğunlukla depolara yığıldı.
Yıllar sonra, 2020’de Zimbabve hükûmeti, kamulaştırılan araziler için beyaz çiftçilere tazminat ödeme sözü verdi. Anlaşmaya göre, 25 yıl sonra bu çiftçilere 10 yıl içinde toplam 3.5 milyar dolar ödenmesi planlandı. Ancak 2017’de yapılan 15 aylık müzakerelerin ardından çiftçiler, zararın aslında 5.4 milyar dolar olduğunu savundu. Yine de yapılan referandumda çiftçilerin yüzde 94’ü 3.5 milyar dolarlık teklifi kabul etti. Ne var ki, Zimbabve hazinesinde bu ödemeyi yapacak bütçe bulunamayınca, anlaşmanın geçersiz olduğu iddia edilmeye başlandı. Çiftçiler, yeni bir düzenleme yapılmasını talep ediyor.
Diğer yandan siyah Zimbabveliler, bu ödemelerin adil olmadığını düşünüyor. Eğer bir tazminat verilecekse bunun sadece tarımsal yatırımlar için geçerli olabileceğini, toprakların tarihsel olarak zaten siyah halka ait olduğunu savunuyorlar. Ayrıca bu paranın ülkenin sağlık, eğitim ve altyapı gibi daha acil ihtiyaçlarına yönlendirilmesi gerektiğini dile getiriyorlar.
Madalyonun diğer yüzünde ise başka bir gerçek var: 1980’de Zimbabve bağımsızlığını kazandığında, beyaz çiftçilerin ülkede kalması ve ekonomiye katkı sağlamaya devam etmeleri bizzat hükümet tarafından istenmişti. Öte yandan siyah Zimbabveliler, topraklarından yüzyıllar boyunca mahrum bırakıldıklarını ve asıl tazminatın Zimbabve’den değil, eski sömürge gücü olan Birleşik Krallık’tan talep edilmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak İngiltere bugüne kadar bu konuda resmi bir açıklama yapmadı.
Zimbabve örneği, yalnızca bir tarım reformunu değil; tarihsel adalet, ekonomik kırılganlık ve uluslararası siyaset gibi çok katmanlı sorunları bir arada barındırıyor. Tüm tarafları tatmin edecek, sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak ise hâlâ oldukça zor görünüyor.
Güney Afrika ile Zimbabve Gerçekten Benzer mi?
Yüzeyde benzer gibi görünseler de, Güney Afrika’daki Kamulaştırma Yasası ile Zimbabve’nin Hızlandırılmış Toprak Reformu birbirinden farklı yasal ve siyasi süreçlere dayanıyor. Her iki ülke de sömürge geçmişinin bıraktığı mirası sorguluyor. Toprağın beyaz azınlığın elinde toplanmasına karşı çıkıyor. Ama izlenen yollar, hedeflenen mekanizmalar ve uygulama biçimleri birbirinden ayrılıyor.
Zimbabve’de süreç çoğu zaman şiddetle ve hukuki dayanağı zayıf biçimde yürütüldü. Güney Afrika ise tazminatsız kamulaştırmayı hiçbir zaman resmi olarak gündeme almadı. Süreç hâlâ tartışma aşamasında. Hükümet, katılımcı mekanizmalarla çözüm arıyor. Zimbabve’de yaşananların bir tekrarı olmaması için toplumun her kesimi süreci dikkatle izliyor.