Soykırımın Son Halkası: Gazze İnsani Yardım Vakfı ile Kurulan Tuzak
Endgame for Genocide - The Last Trap Set with the Gaza Humanitarian Aid Foundation
2025 Şubat’ında ABD (Delaware) ve İsviçre (Cenevre) merkezli iki şirket tarafından İsviçre’de kurulan Gaza Humanitarian Foundation (Gazze İnsani Yardım Vakfı), Gazze'deki insani yardım sistemini İsrail’in istediği şekilde dönüştürmeyi hedefleyen yeni bir özel kuruluş olarak sahneye çıktı. Ancak daha ilk haftasında bu girişim, uluslararası insani yardım ilkelerine açıkça aykırı olduğu gerekçesiyle sert eleştirilerin odağına yerleşti.
Vakfın en dikkat çekici yönü, yardım faaliyetlerini Birleşmiş Milletler ya da diğer bağımsız kuruluşlarla değil, doğrudan İsrail ve ABD destekli silahlı özel güvenlik şirketleri aracılığıyla yürütmesiydi. Yardımın dağıtım süreci, askeri güvenlik önlemleriyle çevrelenmiş, tek taraflı bir operasyon modeline dönüştürüldü.
Vakfın kurucu direktörü Jake Wood, 25 Mayıs 2025’te, yardım dağıtım operasyonlarının başlamasından hemen önce istifa etti. Gerekçesi netti: yardım modelinin “insani ilkelerle bağdaşmadığı”nı söylüyordu. Bu çıkış, vakfın içinden gelen en güçlü uyarı olarak kayda geçti.
Refah’ta Bir Nokta: Hayatta Kalmak İçin 2,5 Saatlik Yürüyüş
Vakfın yardım dağıtımı, Gazze’nin en güneyinde, Refah sınırına yakın bir merkezde gerçekleşiyor. Bu noktaya ulaşabilmek için Gazzelilerin yaklaşık 2,5 saat yürümeleri gerekiyor ve bu süreçte birçok İsrail kontrol noktasından geçmeleri isteniyor. Dağıtım merkezleri ağır silahlı güvenlik görevlileriyle çevrili.
Yardımlar, kalabalık gruplara, merkezi bir noktada dağıtılıyor. Ancak yardım alma süreci de politize edilmiş durumda. Hamas ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişilere yardım verilmediği gibi, bazıları silahlı görevliler tarafından gözaltına alınıyor. Bu durum, yardımın siyasallaştırıldığı ve hatta kriminalize edildiği bir sistemin yerleştiğine işaret ediyor.
“Hayatta Kalmak Bir Ayrıcalık Haline Getirildi”
Birleşmiş Milletler yetkilisi Jonathan Whittall, 28 Mayıs tarihli basın toplantısında bu sistemi şöyle eleştirdi:
“Silahlı dağıtım merkezleriyle verilen mesaj nettir: Gazze’de hayatta kalmak, askeri planlara uyum sağlayanlara bahşedilmiş bir ayrıcalıktır.”
Bu sözler, uluslararası yardım sisteminin maruz kaldığı dönüşümün ne kadar tehlikeli bir eşiğe geldiğini de gözler önüne seriyor.
İlk Gün: Kurşunlar, Çitler, Açlık
27 Mayıs’ta, yardımın dağıtıldığı ilk tam gün, dağıtım merkezine yakın bölgelerde en az 50 kişinin vurularak yaralandığı, 6 kişinin de hayatını kaybettiği bildirildi. Vakıf yetkilileri aynı gün kamuoyuna, “hiç kimsenin yaralanmadığını” iddia eden bir açıklama gönderdi. Ancak olay anına ait görüntüler, gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.
Yüzlerce insan, çitlerin üzerinden atlayarak yardım paketlerine ulaşmaya çalışırken üzerlerine ateş açıldığına dair kayıtlar uluslararası basına yansıdı. İçinde yalnızca 2–3 gün yetecek kadar yiyecek bulunan yardım kolilerinin bu şekilde dağıtılması, insani yardımın doğasına aykırı olduğu gibi, insanlık onurunu da zedeliyor.
Yardımın Askerileştirilmesi: Adım Adım Tasarlanmış Bir Plan
Bu tablo, rastlantısal bir kriz yönetiminden ibaret değil. Tam tersine, adım adım ilerleyen bir stratejinin son halkası gibi görünüyor:
Gazze halkı tarım yapılabilen topraklardan uzaklaştırıldı.
Balıkçılık faaliyetleri engellendi.
Gıda üretimi tamamen durduruldu.
Yardım merkezleri, fırınlar ve konvoylar vuruldu.
Uluslararası kuruluşların dağıtım kapasitesi hedef alındı.
UNRWA’ya karşı sistematik bir itibarsızlaştırma kampanyası başlatıldı.
Tüm bu adımların ardından, dışarıdan gelen yardım neredeyse tamamen kesildi. Şimdi ise, sadece bir noktada, Refah yakınlarında yardım dağıtılıyor
Bu durum, uluslararası hukukun tanımladığı biçimiyle soykırımın son evrelerine işaret ediyor olabilir. Daha da çarpıcısı, benzer örnekleri tarihte açıkça görüyoruz Örneğin Ruanda’da (1994): Soykırımdan kaçanların bulunduğu kamplarda yardım, Hutu milislerin eline geçti ve yeniden yapılanma için kullanıldı. Yardım, suçluların gücünü artıran bir araca dönüştü. Bosna’da ise (1992–1995): BM'nin “güvenli bölge” ilan ettiği yerlerde dahi yardımın dağıtımı Sırp güçlerinin iznine tabi tutuldu. Sivil halk, yardım alabilmek için politik talepleri kabul etmeye zorlandı.
Bu örneklerde insani yardım Siyasi kontrol aracına, teslimiyetin ödülüne ve hatta bazen soykırım faillerinin yeniden örgütlenme kaynağına dönüştü.
Bugün Gazze’de yaşanan, benzer şekilde yardımın yalnızca belirli koşullarla verildiği, dağıtımın silahlı gruplarca yapıldığı, uluslararası aktörlerin sistem dışına itildiği bir tabloyu andırıyor. Bu da insani yardımın “askerileştirilmesi” sürecinin, yalnızca bir lojistik değil, aynı zamanda bir politik ve stratejik araç haline geldiğini gösteriyor.
UNRWA’ya Karşı Yürütülen Karalama Kampanyası
Ancak bu sürecin sorumluluğunu yalnızca İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yüklemek eksik bir okuma olur. Yaklaşık iki yıldır devam eden bu planlı yıkımın hem finansörü hem de destekçisi konumunda olan birçok ülke, yaşanan felaketin ortaya çıkmasında doğrudan rol oynadı.
Sürecin başlarında, UNRWA personelinin 7 Ekim saldırılarına aktif olarak katıldığı iddiaları ortaya atıldı. Bu dayanağı zayıf iddia, aralarında ABD’nin de bulunduğu birçok ülkenin UNRWA’ya yönelik tüm finansal desteğini kesmesine neden oldu. Oysa bu suçlamaların temelsiz olduğu, Fransa’nın eski Dışişleri Bakanı Catherine Colonna liderliğinde yürütülen bağımsız bir uluslararası gözlem raporuyla (Colonna Raporu) ortaya kondu. Bu raporun ardından bazı ülkeler desteklerini yeniden başlattı, ancak aynı ülkelerin İsrail’e yönelik herhangi bir yaptırım uygulamadığını —aksine askeri iş birliklerini sürdürdüklerini— görmeye devam ettik.
“Git ya da Kal ve Öl”: Etnik Bir Temizlik
Bugün yardımın yalnızca Refah sınırına yakın, Mısır’a komşu tek bir noktada toplandığını görüyoruz. Gazzelilerin hayatta kalmak için buraya gitmeye zorlanması, bu adımın spontane değil, bilinçli olarak tasarlanmış olduğunu açıkça gösteriyor. Bu tablo, soykırım sürecinin son halkası olarak karşımıza çıkıyor.
2025’te kurulan Gaza Humanitarian Foundation, Gazze'de yardım sistemini kökten değiştirmek için sahneye çıktı. Ancak bu sistem, insanları hayatta kalmak için silahlı kontrol noktalarına yürüten ve yardımın doğasını siyasallaştıran bir mekanizmaya dönüştü. Bu tablo, tarihten tanıdığımız bir modelin yeni versiyonu olabilir: soykırımın son halkası.
Bir gün bu süreç yargılanacak, sorumlular hakkında hükümler verilecektir. Ancak tam da bu noktada, yaşananların ciddiyetini yeni fark etmiş gibi davranarak bir anda pozisyon değiştiren, İsrail’in politikalarını "kabul edilemez" bulduğunu beyan eden bazı donör ülkelerin geçmişteki destekleri unutulmamalı. Uluslararası toplum, son dakikada “trenden atlayan” bu aktörlerin sorumluluktan kaçmasına izin vermemeli.
Zira bu soykırımda atılan her adımın, verilen her desteğin bir bedeli olmalıdır.