Trump Sonrası Avrupa’nın İnsani Yardım Sınavı ve Sessiz Bir Sorumluluk Dönemi
Trump yönetimi, Avrupa için yalnızca savunma ve güvenlik politikalarının yeniden gözden geçirilmesi gereken bir dönemin habercisi olmadı. Aynı zamanda “America First” doktriniyle birlikte, kalkınmakta olan ülkelerdeki milyonlarca insan için hayati öneme sahip insani yardım programlarının kesilmesi gibi küresel sonuçları da beraberinde getirdi.
Mart ayında açıklanan bir kararla, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) kapsamındaki programların %83’ü sonlandırıldı. Trump hükümeti yetkililerine göre bu programlar "ABD çıkarlarına hizmet etmiyor", ancak başta Avrupa Birliği olmak üzere pek çok eleştirmen, bu kesintilerin HIV tedavisi gibi hayati alanlarda can kayıplarına yol açtığını belirtiyor. 2023 yılı verilerine göre ABD, dünya genelindeki resmî kalkınma yardımlarının (ODA) tek başına %20’sini karşılıyordu. Avrupa ise %41 ile lider konumdaydı. Japonya %6.3, Birleşik Krallık %5.6 ve geri kalan ülkeler %26.8 oranında katkı sağlıyordu. Ancak ABD’nin 60 milyar doları bulan katkısının çekilmesiyle ortaya çıkan devasa boşluk şimdi tek bir soruyu gündeme getiriyor: Bu finansal boşluğu kim dolduracak?
Avrupa’da birkaç eğilim dikkat çekiyor. Artan güvenlik kaygılarıyla birlikte savunma harcamalarının artırılması gerektiği konusunda geniş bir mutabakat oluşmuş durumda. Ancak bu kaynakların kalkınma yardımı bütçesinden çekilerek finanse edilmesi önerisi, insani yardımların geleceği açısından ciddi riskler taşıyor. Avrupa Birliği, ABD’nin çekildiği alanlara yönelme eğiliminde olsa da, bu pozisyonu açıkça üstlenmekten kaçınıyor. Bunun nedeni, Trump politikalarıyla görünürde aynı çizgide yer almak istememeleri. Yine de karar vericilerin çok iyi bildiği bir gerçek var: ABD’nin desteğini çektiği her alan, Avrupa’nın güvenliği için yeni bir tehdit kaynağına dönüşüyor. Sağlık sistemleri, göç hareketleri, kırılgan devletlerdeki krizler artık Avrupa’nın kapısında. Sudan, Yemen, Suriye, Kongo gibi ülkeler coğrafi olarak yakın; Ukrayna ise Avrupa’nın kalbinde yaşanmakta olan bir kriz.
Tüm bu tablo, Avrupa’da kamuoyunun insani yardımlara daha mesafeli yaklaşmasına neden oluyor. Enerji krizi, mülteci politikalarının maliyeti, Ukrayna savaşının ekonomik yansımaları derken, devlet bütçelerinde ciddi baskılar söz konusu. Oysa teorik olarak AB’nin 7 yıllık bütçesi sabit ve bu nedenle yardım fonlarında kısa vadeli kesintiler yapılamıyor. Ancak bütçenin iç dinamikleri değiştirilebilir ve kalkınma yardımları, başka başlıklara aktarılabilir. İşte kritik nokta da burada başlıyor: Avrupa savunma harcamalarını artırırken, insani yardımları ikinci plana mı atacak?
Bu düşünce kısa vadeli bir mantığa dayanıyor. Halbuki uzun vadede, Avrupa kendi güvenliğini ancak küresel güvenliği güçlendirerek sağlayabilir. Kırılgan devletlerdeki istikrarsızlıklar devam ettikçe, bu bölgeler göç, çatışma, terör ve radikalleşme yoluyla Avrupa’ya tehdit oluşturmaya devam edecektir. Avrupa, kalkınma yardımlarını sadece bir vicdani sorumluluk değil, aynı zamanda bir stratejik güvenlik aracı olarak görmelidir.
Bugün Avrupa için sinyaller net. Eğer Avrupa, küresel bir “yumuşak güç” olmaya devam etmek istiyorsa, söylemlerin ötesine geçip bu rolü kaynak ayırarak desteklemesi gerekiyor. Yalnızca konuşmak değil, ortaklık kurmak, sürdürülebilir yardımlar sunmak ve sorumluluk almak zorunda. AB’nin geçmişte gösterdiği liderliği yeniden canlandırması, panik içinde değil, uzun vadeli vizyonla hareket etmesi büyük önem taşıyor.
Trump dönemi, Avrupa’ya küresel düzlemdeki rolünü yeniden düşünme fırsatı sundu. ABD'nin geri çekildiği bir dünyada, Avrupa’nın pasif kalması mümkün değil. Bu boşluk yalnızca stratejik değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk doğuruyor. Eğer Avrupa, hem kendi güvenliğini hem de küresel istikrarı korumak istiyorsa, şimdi sadece konuşma değil, harekete geçme zamanıdır.